Piyasa kurallarının geçerli olduğu ekonomilerde kamu yönetiminin temel işlevi; bir yanda serbest rekabeti kolaylaştırırken, diğer yanda tüketiciyi korumak olarak tanımlanabilir.
Kamuyu yönetenlerin ticari hedefler koyarak, bunların hayata geçmesi adına çaba harcamaları, özel sektörü bu doğrultuda yönlendirmeleri, piyasa ekonomilerinde pek alışıldık bir durum sayılmaz.
Bu kuralların geçerli olabilmesi tek başına kamu yönetimlerinin tutumuna bağlı değildir. Özel sektörün de serbest piyasa kurallarına uyması gerekir. Rekabeti; kamu yönetimi ile sürdürülen özel ilişkilerden sağlanan, birtakım ayrıcalıklara dayandırma anlayışının egemen olduğu ülkemizde, kamu yönetimi ile özel sektör arasındaki dengelerin sağlıklı olduğunu söylemek, sanıldığından daha güçtür.
Türkiye'de kamu yönetimi uluslararası destekli, IMF ve Dünya Bankası tarafından dayatılan ekonomi politikasını, kurları düşürerek TL'sini olduğundan fazla değerli tutmak üzerine kurgulamıştır. AKP Hükümeti'nin sekiz yıldan bu yana sürdürdüğü; aşırı değerli TL uygulaması, doğal olarak turizm sektörünü de dışa açık diğerleri gibi, deyim yerindeyse cendereye soktu.
Turizm sektörü genel alışkanlığını yineleyerek, olumsuz sonuçları kamu yöneticilerine anlatma çabasında. Bu, yadırganacak bir durum değil elbette.
Geçtiğimiz günlerde bu bağlamda Antalya'da gerçekleşen bir toplantıda; sektörün düşük kur uygulamasından yakınması üzerine, Merkez Bankası Başkanı kamu yönetiminin görüşlerini net olarak ortaya koyan bir açıklama yaptı:
"Size özel kur uygulayamayız, maliyetlerinizi düşürün."
Başkanın açıklaması teknik açıdan bakarsanız, Kraliçe Marie Antoinette'in 1789 yılında ayaklanan tebası için yaptığı; "Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler" yorumundan çok farklı görünmüyor.
Aslında "Kurlarla oynayamayız, maliyetleriniz düşürün" çelişkisi, Başkanın yorumunda değil, Türkiye'nin uzun süredir "mış" gibi yapılan bir ülke halinde yönetilmesinden kaynaklanıyor.
Ancak TCMB Başkanının -ekonomi gazetecilerinin deyimiyle paranın patronunun- sıradan yöneticiler gibi "mış" gibi yapmaya pek hakkı olduğu söylenemez. Başkan, görevi gereği ekonominin verilerini en ince ayrıntılarına kadar herkesten önce gören kişidir. Özellikle uluslararası piyasalar, başta komşularımız dünyadaki her türlü ekonomik uygulamadan ilk onun haberi olur.
Örneğin kamuyu fonlamak adına, aşırı yüksek tutulan dolaylı vergiler yoluyla, üretimde maliyetlerin arttığını en iyi bilen kişi TCMB Başkanı olmalıdır. Merkez Bankası'nı yönettiği ülkenin, dünyanın en pahalı akaryakıtını, en yüksek mobil iletişim vergisini ve en yüksek internet bağlantısı ücretini ödediğini bilmemesi, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Kısaca özetlersek; dünyanın en yüksek dolaylı vergisini ödeten bir mali yönetimin, parasal kanadı onun denetimindedir. Böyle bir ülkede maliyetleri düşürmenin bizim sektörün elinde olmadığını bilmez gibi davranması garip değil mi?
Biraz açalım...
Zengin yoksul ayırımı yapmadığı için en haksız vergi alma yöntemi olan dolaylı vergilerin, toplam vergi gelirlerindeki payının, dünya ortalaması yüzde 30'ların altında seyrederken, Türkiye'de yüzde 70 olması Başkanın dikkatini çekmez mi?
Merkez Bankası Başkanı başarı öyküsü diye anlattığı ekonomik gelişmelerin, aslında halka "mış" gibi yöntemiyle sunulduğunu, halkın ise bu oyunun sonunu pek düşünmeden, yutuyor"muş" gibi yaptığını, hepimizden daha önce sezmek zorunda değil midir?
Gelişmiş ekonomilerin birtakım manevralarla, son 10 yılda gelişmekte olan ülkelerin paralarını olması gerekenin çok üzerinde değerlendirerek, oransal olarak ucuzlayan ithalata özendirdiklerini, böylece rekabet gücü ortadan kalktığı için, üretim yeteneklerini kaybettiklerini, görmemek için her halde Merkez Bankası Başkanı olmak gerekiyormuş.
Son sözümüz sektörü yönetenlere; kurlarla oynama talepleri yerine, ülkede yürütülen ekonomik politikanın doğal sonucu olarak, artan maliyetlerin gerçek nedenlerini yönetenlerle paylaşsınlar. Ve durumu kamuoyuna duyursunlar. En azından TCMB Başkanı'nın yaptığı türden, gülünç önerilerle karşılaşmazlar.
Turgut Gezen
Kaynak : Turizmdebusabah
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder